Kimsin sen? Neden seninleyim?Her sey neden bu kadar karisik?
Birinci Bölüm – Geçmiş
Bir şeyi gerçekten istediğimize mucizeler gerçekleşir mi? Hep aynı hayalle mi yasamali insan?Seni yeterinc seversem benim olur musun ki?
Dört sene önce, henüz on beş yaşındayken… O kadar üstüme geliyordu ki her şey: duvarlar, insanlar, okul. Durup durup ağlamak istiyordum—gerçi yapıyordum zaten. En nefret ettiğim özelliğim, hem de en sevdiğim: ağlamak. Duygusal bir insanım ve bu hep böyleydi, çocukluğumdan beri. Hep kurtulmak istedim ama bu imkânsız; sadece alışıyorum.
Simsiyahtı saçlarım, katlı kestirdiğim ilk gün sanki hiç değişmeyeceğimi bilir gibiydim. Siyah bir aslanın yelesi gibi… Çilli bir surat, uzun boy, çekik gözler. Ama en önemlisi, duygusal ve sinirli bir yapılış—işte bu benim. Hayata daha yeni başladım sayılırdı. Bu yaşta onu bulacağımı hiç bilemezdim. Hiç beklemediğim bir anda, pat diye hayatıma girdi.
Size bunu anlatmadan önce nasıl tanıştığımızı anlatmalıyım sanırım.
Tipik bir çalışkan öğrenciydim. Arkadaşlarıma metrodaydim. O, bana "Arkandaki bir çift kavga ediyor, çok komik, bakman gerekiyor," demişti. Ben ise "Boş ver," dedim. Durağa geldim. İnerken arkamdan biri seslendi. Onu tanıyıp tanımadığımı sordu, ben de tanımadığımı söyledim. Meğer kavga eden çocukmuş.
Ve sonra bana kendi isimini , benim adımı ve lakabimi söyleyince çok şaşırdım. O an hatırladım. "Has siktir ya…" dedim içimden. Bu şekilde tanışmıştık.
Sürekli beraber takılıyor, birlikte çok eğleniyorduk. En sonunda ona deli gibi âşıktım. Ama onun sevgilisi vardı ve bu imkânsızdı. İçimdeki his biraz dinsin, belki geçer diye… reddedilmek istedim. Onu çağırdım. "Keşke benim olsan," dedim. Azarlanmayı, hatta terslenmeyi beklerken durdu. Bana baktı… ve beni öptü. Hayatımda hissettiğim en inanılmaz şeydi bu.
Beni mi seviyordu? Ayrılacak mıydı? Benim olacak mıydı?
Hayır. Hiçbiri olmadı.
Yollarımız ayrıldı ve ben onu bir daha asla unutamayacaktım.
Dört yıl sonra – Günümüz
Üniversitemin ikinci senesi. Çok fazla erkek girip çıktı hayatıma. Sonunda hepsini sadece birer aptal olarak görmeye başlamıştım.
Acıktığım için kampüsten en yakın çıkışa yürüyordum. Yanımdan geçen bir arabaya gözüm takıldı. Daha önce hiç görmemiştim ama tanıdık gelmişti. Geçmişte arabalara takıntılı olduğum için "Kesin bir yerden hatırlıyorum," dedim kendi kendime.
Saat geç olmuştu, yurda gitmem gerekiyordu. Araç uzaklaştı. Ben yürümeye devam ettim.
Araba durdu
Biri koşarak bana doğru gelmeye başladı. Ne olduğunu anlamadım. Ama bana gelmiyordu; beni geçip arkama yöneldi. Meğer arkamda bir adam beni takip ediyormuş—sanırım. Tam bilmiyorum. Dizlerimin bağı çözülmüştü. Adamın yüzünü bile görmemiştim.
Uzaklaşmak istedim. Yürüyemiyordum. Her şey çok hızlı olmuştu.
Sonra yanıma o geldi.
"İyi misin?"
"Efendim?"
"İyi misin diyorum. Dokundu mu sana."
"Yok yok, hayır… fark etmemişim bile. Teşekkür ederim. Ben gerçekten—"
"Tamam, zorlama kendini."
O sırada yüzünü gördüm. Çok tanıdıktı. Çok… bilmiyorum. Gözlerime baktı.
"Kıyamam sana ben," dedi.
Ama bunu sanki yalnızca içinden söylemiş gibiydi.
"Ben artık gideyim… tekrar teşekkür ederim," dedim.
"İstersen—tabii korkmazsan—seni ben bırakabilirim," dedi. "Ama güvenmezsen anlarım."
"Ben kendim giderim, teşekkür ederim," dedim.
"Pekâlâ, hanımefendi. İyi akşamlar."
Arkamdan uzun uzun baktı… sonra gitti.
Ertesi gün kampüsün otoparkında tanıdık bir araba gördüm.
Evet… bu onun arabasıydı.
Siyah, jantları gösterişli, gayet şık.
Ona bir not bırakmak istedim.
"Sadece teşekkür ederim," yazdım.
Sonra uzaktan onun geldiğini gördüm.
Konuşsam ne diyeceğimi bilemediğim için uzaklaşmaya karar verdim.
