Gece, olması gerekenden erken çöktü.
Güneş dağın arkasına saklanırken ışık solmadı; çekildi. Köyün üzerini kaplayan karanlık yumuşak değildi. Keskin, sabırsız ve ağırdı. Ateşler yakıldı ama alevler titrek yanıyordu. Işık, karanlığı itemiyor gibiydi.
Earl bunu hissetti.
Taş kapı çağırmıyordu.
Ama yerinde duramıyordu.
Kılıcı eline aldığında, Altın Yara bu kez sessiz kalmadı. Kabzanın içinden gelen titreşim, uyarıdan çok huzursuzluktu. Earl ilk kez kılıcın korkuya benzer bir şey hissettiğini düşündü.
"Geç mi kaldık?" diye fısıldadı.
Cevap gelmedi.
Dağa doğru yürürken, rüzgâr yön değiştirmedi. Tam tersine—dört bir yandan esmeye başladı. Sanki hava, kapıya doğru toplanıyordu. Earl'ün nefesi buharlaştı. Soğuk değildi bu. Daha çok… boşluk gibiydi.
Taş kapıya vardığında, çatlağın büyüdüğünü gördü.
Artık ince bir çizgi değildi. Taşın içinden geçen, düzensiz, derin bir yarıktı. Ama tuhaf olan şuydu: Çatlak kapıyı zayıflatmıyordu.
Onu geriyordu.
Semboller parlamıyordu.
Yanıp sönmüyordu.
Semboller yer değiştiriyordu.
Earl geri adım atmadı ama vücudu bunu yapmak istedi. Eski yaraları aynı anda sızladı. Sanki hepsi, aynı anıyı hatırlamıştı.
Kapının içinden bir ses yükseldi.
Bu kez fısıltı değildi.
> "Bekçi öldü."
Earl kılıcı yarıya kadar çekti. Metal yine ses çıkarmadı ama bu kez hava yarıldı. Kapıdan yayılan baskı, dizlerine çöktürmek ister gibi bastırdı.
"Hayır," dedi Earl.
Sesi kısık ama keskindi.
"Bekçi gitmedi."
Kapı güldü.
Bu, bir kahkaha değildi.
Taşın yer değiştirmesi gibi bir sesti.
> "Gitmek ve yok olmak arasında fark yoktur."
Çatlak genişledi. Ama açılmadı. İçinden ışık değil, gölge sızdı. Bu gölge karanlık değildi—şekilsizdi. Bakıldığında gözler kayıyor, odaklanamıyordu.
Earl ilk kez gerçekten korktu.
Ama kaçmadı.
Altın Yara'yı tamamen çekti. Kılıç bu kez ağır değildi. Aksine, olması gerekenden fazla hafifti. Sanki Earl'ün elinde değil de, Earl kılıcın içinde duruyordu.
Kapı konuşmaya devam etti:
> "Beni kapatanlar yalan söyledi.
Denge korunmadı.
Sadece ertelendi."
Earl dişlerini sıktı.
"Ve bedeli başkaları ödedi," dedi.
Kapı sustu.
Bu sessizlik, önceki sessizliklerden farklıydı. Düşünen bir sessizlikti.
Sonra çatlak bir anlığına genişledi—ve Earl bir şey gördü.
Bir yüz değil.
Bir yaratık değil.
Bir boşluk.
Orada olması gereken ama olmayan bir şey.
Earl'ün dizleri titredi. Altın Yara, bu kez sızladı. Evet—kılıç sızladı. Kabzadaki altın damarlar karardı.
> "Sıradaki sensin," dedi kapı.
Earl kılıcı indirmedi.
Ama ilk kez, indirmenin bir çözüm olabileceğini düşündü.
Ve bu düşünce…
onu korkudan daha çok sarstı.
Rüzgâr bir anda kesildi.
Çatlak kapanmadı.
Ama ilerlemedi.
Kapı geri çekildi.
Şimdilik.
Earl geriye doğru birkaç adım attı. Arkasını dönmedi. Kılıcı kınından çıkarmış hâlde, kapıyla arasına mesafe koydu.
O an anladı:
Kapı artık uyanmamıştı.
Aç kalmıştı.
Ve Earl,
onun fark ettiği tek şeydi.
