(Zaman: Kael 4 Yaşında)
Arka bahçedeki asırlık meşe ağacının gölgesi, Kael'in üzerine düşüyordu. Ancak bu serinlik, sırtındaki yanmayı dindirmeye yetmiyordu.
Dört yaşındaki Kael Vael'thra, ağacın köklerine bağdaş kurmuş oturuyordu. Yaşıtları bahçede koşuşturup dizlerini kanatırken, o içerideki görünmez bir kanamanın baskısıyla savaşıyordu. Yüzü kireç gibi beyazdı, alnında soğuk ter damlaları birikmişti.
Sırtındaki eski mühür –bebekliğinde annesinin yaptığı o ilk tıpa– artık ona dar geliyordu. Gömleğinin altındaki deri kaşınıyor, geriliyor ve sanki içeriden dışarıya doğru yırtılmak istiyormuş gibi sızlıyordu.
"Sıkışık..." diye fısıldadı Kael, çocuksu sesiyle.
Kelime dağarcığı henüz bir Rün Mimarı'nınki kadar geniş değildi ama hissettiği fiziksel gerçeklik, Akademi profesörlerinin teorilerinden daha netti. İçinde bir şeyler akmak istiyordu ama yollar kapalıydı.
Kael gözlerini kapattı.
Dış dünyayı; kuş seslerini, rüzgarı ve uzaktaki hizmetçilerin ayak seslerini zihninden sildi.
İçine baktı.
Karnının derinliklerinde, o "Çekirdek" dediği boşlukta, sıcak, ağır ve altın rengi bir okyanus dalgalanıyordu. Bu enerji akmıyordu; çalkalanıyordu. Tıkanmış bir lavabo gibi, gitmesi gereken yere gidemiyor, olduğu yerde basınç yaratıyordu. Okyanus, yukarı çıkmak istiyordu. Kollarına, boğazına, beynine...
Ama yollar tıkalıydı. Damarlarının iç çeperlerinde, akamayan mananın oluşturduğu mikroskobik kristaller, cam kırıkları gibi batıyordu.
"İtme," dedi Kael kendine. Annesinin bebekken ona fısıldadığı o sözleri hatırladı. "Zorlama. Yönlendir."
Küçük elini göğsünün üzerine koydu.
Zihninde, o tıkalı yolları birer nehir yatağı gibi hayal etti. Önündeki engel bir taş duvardı. Duvarı yıkarsa sel olurdu. Seli istemiyordu.
O zaman... suyun duvarın etrafından dolaşması gerekiyordu.
Sola... Biraz daha yukarı... Ve sırta.
Kael dişlerini sıktı. Bu zihinsel bir eylemden çok, fiziksel bir kasılmaydı. Sanki görünmez bir kası sıkıyor gibiydi.
İçerideki o yoğun, sıvı altın kıvamındaki enerji, Kael'in iradesine itaat etti. Tıkalı ana damarın yanından süzüldü, kılcal yolları zorladı ve sırtındaki o kaşınan mühre doğru aktı.
Zorlandı. Canı yandı. Kemikleri sızladı.
Ama başardı.
Tıkalı bir basınç noktası "klik" sesiyle açıldı ve biriken enerji, mühre boşaldı.
O an, Kael'in etrafındaki hava fiziksel olarak dalgalandı.
VUUUF.
Bu bir rüzgar değildi. Bu, saf bir basınç değişimiydi.
Meşe ağacının alt dallarında neşeyle cıvıldayan üç serçe, bu ani atmosferik yoğunluk değişimiyle bilincini kaybetti. Kanatlarındaki kaldırma kuvveti, Kael'in yaydığı ağır auranın altında ezildi.
PAT. PAT. PAT.
Kuşlar, taş gibi yere düştüler.
Kael gözlerini açtı. Biri safir mavisi, diğeri erimiş altın rengi olan gözleriyle yerdeki kuşlara baktı.
Ölmemişlerdi. Sadece... dünya onlara bir anlığına çok ağır gelmişti.
"Kael!"
Annesi Elyra'nın sesi bahçe kapısından yankılandı.
Elyra, elinde rulo yapılmış parşömenlerle (yeni mühür taslaklarıyla) koşarak geliyordu. Yerdeki baygın kuşları gördü. Sonra ağacın dibinde, ter içinde ama rahatlamış bir ifadeyle oturan oğluna baktı.
Elyra'nın irislerindeki turkuaz ışık (Rün Görüşü) anında parladı.
Gördüğü şey karşısında adımları yavaşladı.
Dört yaşındaki oğlu, dışarıdan hiçbir rün veya büyü yardımı almadan, kendi içindeki o kaotik "Drasly" okyanusunu manipüle etmişti. Bir baraj kapağını eliyle açıp kapatmak gibi, imkansız bir irade gösterisiydi bu.
Elyra, oğlunun yanına çöktü. Yüzünde korkuyla karışık bir hayranlık vardı.
"Sen..." dedi Elyra, nefesi kesilerek. "Bunu nasıl yaptın?"
Kael, masumca omzunu silkti. Elini sırtına götürdü.
"Sıkışmıştı anne," dedi. "Çok gürültü yapıyordu. Ben de ona... başka bir yol gösterdim. Artık acımıyor."
Elyra, Kael'in alnına düşen terli gümüşi saçları geriye taradı.
Çocuğun "başka bir yol" dediği şey, "Manuel Mana Manipülasyonu"ydu. Çoğu yetişkin büyücünün, yıllarca meditasyon yaparak ancak hissedebildiği bir içgüdü. Kael ise bunu, kaşınan bir yeri kaşımak kadar doğal yapmıştı.
"Aferin," dedi Elyra, sesi titreyerek. "Ama o eski mühür artık sana yetmiyor Kael. O bir bebek içindi. Sen... sen o mührün sınırlarını aştın."
Elyra elindeki parşömeni açtı ve çimlerin üzerine serdi.
Kağıdın üzerinde, omurga hattını takip eden, kanatları kürek kemiklerine yayılan, simsiyah, karmaşık ve tehditkar bir ejderha çizimi vardı.
"Sana yeni bir kıyafet diktim," dedi Elyra. "Biraz... acıtacak. Hatta çok acıtacak. Ama bu sefer, o 'yolları' sen yöneteceksin. Bu mühür seninle nefes alacak."
Kael resme baktı.
Siyah çizgiler, ejderhanın pençeleri, omurgası... Korkutucu görünüyordu. Bir çocuğun teninde olması gereken bir şey değildi. Bir savaştı.
Ama Kael korkmadı. Aksine, sırtındaki o rahatsız edici kaşıntı geçti. İçindeki o altın okyanus, bu resmi görünce sanki "Evim burası" der gibi duruldu.
Kael, parmağını kağıttaki ejderhanın başına koydu.
"Ne zaman?" diye sordu.
Elyra gökyüzüne, toplanan gri bulutlara baktı.
"Bu gece," dedi, bir anne şefkatiyle değil, bir Mimar kararlılığıyla. "Fırtına beklemeden."
Kael başını salladı. O an, bir çocuk gibi değil, savaşa hazırlanan bir asker gibi görünüyordu. Kuşlar uyanıp uçmaya başladığında, Kael ayağa kalktı.
Hazırdı.
