Celestria'yı Aelaria ile tanıştırdıktan sonra yaşananları kavramak için bir süre odama çekildim. Ertesi gün doğrudan Yıldız Tozu Vadisi'ne gittim. Ancak bu sefer tek başıma değildim, Celestria da benimle gelmişti.
Burada çok yoğun miktarda eather hissediyorum. Nasıl olabilir Celestria? Ben neden hissedemiyorum. Çünkü bu saf eather değil. Ne, nasıl yani tıpkı mana gibi eatherin de mi saf ve saf olmayan hali var. Elbette ki var, eatherin bu haline lanetli eather denir. Resmen zehirdir, her canlının bünyesi kaldırmaz. İlginç... 3 üstün ejderha sınıfı haricinde Asura'ların bir kısmı kullanabiliyor. Peki sence ben de kullanabilirmiyim? Elbette ki kullanabilirsin yeterli potansiyelin var. Ancak epey zaman harcaman gerekebilir. Her neyse hadi etrafta kayda değer birşey var mı diye bakalım burası epey büyük bir vadi illa ki birşeyler vardır. Tamamdır abi, o halde sen sağa git ben de sola bakayım. Böylece bir süre yolları ayırdık, bu devasa vadide iki kişi kayda değer birşeyler arıyorduk. Mesela mana kristalleri... Renklerine göre seviyelendirilirler. Sırasıyla siyah, lacivert, mavi, mor, kırmızı, turuncu, sarı, gri ve beyaz. Bir aşağı bir yukarı, bir sağa bir sola arayışım sürekli olarak devam etti. Vadiye inişimizden bu yana saatler geçmişti güneş yakında batacaktı ancak ben hala daha hiçbir şey bulamamıştım. Vadinin sonuna doğru giderken hava kararmaya ve rüzgar şiddetlenmeye başladı. Celestria yüksek bir sesle bağırarak "Abi burada çok garip birşey var acil buraya gel" dedi. Sesin geldiği yer çok sisliydi öyle ki onun silüetini bile zor görüyordum. Yanına giderken üstümde bir baskı oluştu her adım attığımda bu baskı daha da güçlendi. Acaba ne buldu da bu kadar büyük bir baskıya maruz kalıyorum? Bir göl vardı, küçük bir göl. İçi sıvı hale getirilmiş, mana ile karışık eather ile doluydu. Şaşkınlıkla bunu bulmayı nasıl başardın dedim. Aldığım cevap ise tek kelimeydi. Bilmiyorum... Abi sence bunun kaynağı nerede? Arayalım mı? Bilmiyorum o yüzden arayalım ne zararı olabilir ki? Yıldızlar her geçen dakika daha da parlak, daha da belirgin oluyordu ancak yer gök fark etmeksizin her yeri arayan bizler bu eather gölünün kaynağını bulamadık. Dünya da öylece sıvılaştırılmış eather bulmak oldukça garip... Üstelik etrafında bir bağlantı vs. de yok yani kaynağı olduğu yer. Aman, kafayı çok da yorma Celestria. Etrafta kimse yok, göle bağlı bir yol da yok. Eather'i alıp şimdilik geri dönelim. Her halükarda kârdayız. Haklısın bazen çok düşünüyorum. Depolama büyüsü aracılığı ile hepsini sarayın deposunda ki boş varillere aktaracağım. Tamamdır. Yaklaşık 45 dakika boyunca Celestria'yı etrafta ki canavarlardan korudum, bu süre zarfında o da tüm eatheri aktarmayı başarmıştı. Tümünü aktardım abi hadi geri dönelim. Aelaria'nın hediye ettiği kılıca yoğun miktarda mana aktarıp gelişmiş orku parçaladıktan sonra arkamı döndüm ve sen git benim biraz daha işim var 20 dakikaya dönerim dedim. Tamamdır bekliyor olacağız olabildiğince erken ve yarasız dön.
Celestria saraya döndükten sonra yola çıktım bir şeyi kesinleştirmek istiyordum. O da ablamın iyi olup olmadığıydı. Athelgard'a bir kapı açtım ve ilerledim. Normalde bu kapıları bulunduğum yer ve saray harici bir bağlantı da açmamam lazım, çok fazla mana harcıyor. Şehre gelmiştim ancak gördüklerim karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Bir kaç saniye sonra ağzımdan şu sözler döküldü. Yıldızlar kan ağlıyor. Bir anda aklım başıma geldi, hızlıca koşmaya başladım. Telaşlı ve çaresiz bir şekilde şehrin merkezinde ki evime doğru hızlı ve hafif adımlarla... Öyle ki rüzgar elemental büyüsü ile hızımı arttırdım. Ancak oraya gittiğimde her şey için çok geçti. Ablam yerde yatıyordu. Göğsüne iki ayrı kılıç saplanmış, sağ bacağında ise 12 ok vardı. Tam bir vahşet. Bunu kim ya da kimler neden yaptılar? Bağırarak etrafta dolaşmaya başladım. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Öfkem yerleri ve gökleri sarstı, dalgalar şiddetlendi, rüzgar kuvvetlendi. Bunun sebebini her ne olursa olsun öğrenmeliydim.
Zaman sanki durmuş gibiydi epeydir koşuyorum ancak etrafta tek bir canlı bile yok. Son bir umut canlı biri vardır diyerekten kolezyuma yöneldim. Bir sağa bir sola olabildiğince hızlı şekilde ilerliyordum. Müzayede evinin önünden geçerken kısık bir ses duydum. Lütfen gitme.. Buradayım bana yardım et. Müzayede evine yöneldim biraz ilerledikten sonra konuşmaya devam et seni bulamıyorum diye bağırdım. Nihayet neler olduğu hakkında bilgi edinebilecektim heyecanla sesi takip ettim. Ancak ona ulaştığımda çoktan bilinci kapanmıştı neyse ki yaşıyordu. Irmak gibi kan akıyordu. Kanamasını durdurmaya çabaladım ki çok zorlayıcıydı çünkü kolunu tamamen kaybetmişti. Ancak çabalarım meyvesini vermişti. Ay iyice yükselmişti artık etrafı aydınlatan şey güneş değil yıldızlar ve aydı. Tam rahatlayıp soluklanırken Aelaria'nın aurasını sezdim.
Earl Hermes! Sesi soğuk ve öfke doluydu gerçi onu anlayabiliyorum, hata bendeydi. Yavaşça arkamı döndüm ve "efendim?" diye cevap verdim. Hafızan zayıfta benden mi gizliyorsun? Neden söylediğin zamanda dönmedin? Ayrıca buraya ne oldu, bu şehrin hali nedir? Bilmiyorum. Koca şehirde yaşayan tek kişi bu kadın ancak o da ölümün kıyısında, ölüm kalım savaşı veriyor. Onu al saraya gidiyoruz burası her an yıkılabilir. Pekala, hadi gidelim. Aelaria onunla ilgilenirken Celestria onun günlük yaşamında zorluk yaşamaması için çelikten bir kol yapıyordu. Ben ise biraz olsun rahatlamak ve sakinleşmek için sarayın büyük bir balkonuna çıkmış kahve içiyordum. Ta ki o haber gelene kadar. Bilincini yitirmiş, hiçbir şeyi hatırlamıyor... Peki ne yapacağız? Bu kararı Earl'a bırakalım ne de olsa bir hükümdarın astlara ihtiyacı illa ki olacaktır belki yanına alır, bilemeyiz.
Biz böylece konuşurken kadın duygudan yoksun bir şekilde yıldızları izliyordu. Belli ki benzer zevklere sahibiz. Ee ne diyorsun abi? Ona destek çıkıp yanımıza alacakmıyız yoksa bulduğun yere mi bırakacağız? Yanımıza alalım, Aelaria haklı bir hükümdar olarak tüm işleri ben yapamam astlara ihtiyacım var. Bu sözlerin ardından Athelgard'dan getirdiğim kadının yanına gittim ve "Adını hatırlıyormusun?" dedim. Biraz çekingen ve sıcak bir sesle hayır efendim dedi. Belli ki bir aşkın olduğumu anlamıştı ve ona uygun davranıyordu. "Peki hafızan yerine gelene kadar sana kendi seçtiğim isimle hitap edebilirmiyim?" diye ekledim. Elbette ki neden olmasın? Uzun sarı saçları ve kan kırmızısı gözleri nedense ona Lyra dememe sebep oldu. Sonra devam ettim. "Hafızan yerine gelene kadar senin adın Lyra. "
Anlaşıldı efendim. Her neyse şimdi dinlenme zamanı yarın uzun bir gün olacak. Bu sefer nereye gidiyorsun Earl? Güneş Tahtı Bozkırı... Hmm o halde ben de geleceğim. Tamam, bir dakika ne? Neden? Orada bulunan bir kristali istiyorum sadece. Nasıl bir kristal olduğunu anlatırsan ben getirirdim. Kristalin bulunduğu noktada şu anki gücünü fazlasıyla aşan varlıklar var. O yüzden gelmem gerekiyor.
Pekala öyle olsun. Neyse Lyra için bir oda ayarla ben biraz daha yıldızları izleyeceğim. Celestria biz yokken bu saray sana emanet tamam mı? Tamam, ben uyumaya gidiyorum iyi geceler.
