Zaman düşüyor… Daha fazla düşmesine izin veremem.
Onları tekrar kaybetmeyi göze alamam.
Kurtarabileceğim her saniyeyi kurtaracağım.
Kutsal Batı Bloğu çöktü.
Geçtiğimiz her köy, her canlı sebepsiz ve anlamsız şekilde ölüyor.
Sanki biri eline bir tırpan almış da Kutsal Batı Bloğu'na savurmuş gibi.
Gecenin karanlığında…
Atreas'ın atının terkisinde asılı duran fenerin ışığı olmasa, birbirimizi kaybederdik.
Düşüncelerimin ağırlığından mı, yoksa kıran kırana yağan tipinin boğucu sesinden mi bilmem…
Atreas bir şey söylüyor sanırım.
Ama duyamıyorum.
Konuşmak için sağ elimi eyerden çıkardım.
Ağzımdaki purroyu başparmağım ve işaret parmağımla tutup yavaşça çektim.
Seslendim:
— Neler oluyor, Atreas?!
Atreas atını iyice benim atıma yaklaştırdı.
İki at da artık tırısa düşmüş durumda.
— Tipi bizi yoldan saptırmış efendimiz.
Batıya sürmeliyiz. Orion'u büyüten kadının köyü orada.
O köyü bilmeyen yoktu.
Oyundaki en iyi şarapları oradaki NPC'ler yapardı.
Orion'u ilk orada görmüştüm.
Artık emindim…
Onları korumak istemiş olmalı.
Aynı zamanda bizi de.
Canavar-insanlar çocukken bile çok güçlü hizmetkârlardı.
Köylüler, öküz yokluğunda Orion'u tarlaları sürmek için kullanırlardı.
"Ahh Orion… neden habersiz gittin ki…"
Atlar tipiden nefes alamıyor.
İyice yavaşlamışlar.
Koşudan düşüyorlar.
— Atreas!
"Atların kulakları çoktan dondu. Onları hayatta tutan tek şey bizim vücut ısımız."
— Atreas, efendimiz… şimdi durursak… atlar günlerce tekrar koşamaz.
İlerlemeliyiz.
"Eğer ölürlerse, bir daha asla koşamazlar, Atreas…"
— Atları Orion'un hesabına yazalım efendimiz.
"İyi fikir… Ne kadar borç, o kadar sadakat."
