Mars Juji ordusu, devasa ana gemisiyle Dünya'ya yöneldi. Gemi, gezegenin yörüngesinde bir kâbus gibi asılı kaldı.
DRA'KOR: "Dünya… beni iyi dinle.
Ben,Mars Juji Hanedanı'nın Kralı Dra'Kor.
Kızıl Taht artık göğünüzde.
Yörüngenize silahlarla değil,hakikatle geldim.
Çünkü sizin silahlarınız beni korkutmaz,
ama cehaletiniz evreni kirletir.
Nexts'e yardım ettiniz.
Onlara umut,silah, barınak verdiniz.
Ama bilmediğiniz bir şey var:
Her umut,bir bedel ister.
Ve o bedeli ben tahsil ederim.
Siz kendinizi masum sanıyorsunuz.
Ama masumiyet,güçsüzlerin uydurduğu bir yalandır.
Evren güçlüleri affeder,zayıfları yok eder.
Şimdi önümde iki yol var:
Ya Dünya'yı yakarım…
Ya da size bir şans veririm.
Eğer içinizde,iradesi gezegeniniz kadar sağlam bir yürek varsa —
gelsin.
Tek başına.
Bu gemiye.
Ben ordular istemiyorum, kahraman istiyorum.
Beni yenmeye cesaret eden bir insan.
Eğer kimse çıkmazsa…
o zaman siz zaten ölmüşsünüz demektir,
ve sadece küllerinizi toplamaya gelirim.
Düşünün, Dünya.
Çünkü ben bekliyorum.
Ve Mars,uzun süre beklemez."
Tam bu anda Alex, Madison ve Jax içeri girdi. General Vance bir an bile tereddüt etmeden Alex'i gösterdi. O, Dünya'nın son umuduydu.
DRA'KOR'UN GEMİSİ
Uzayın sessizliği, bir anda dev bir enerji titreşimiyle parçalandı.
Dra'Kor'un gemisinin etrafındaki kırmızı atmosfer, dalga dalga genişleyip uzay boşluğunda yankılandı.
Geminin kalbinde iki figür duruyordu:
Biri karanlığa bürünmüş, siyah ışıkla çevrili Mars Juji Kralı Dra'Kor;
diğeri parlayan mavi enerjinin ortasında nefesini sabit tutan Alex, Mavi Işık Taşı'nın taşıyıcısı.
Hiçbiri konuşmadı.
Evren nefesini tutmuş gibiydi.
Dra'Kor elini yavaşça kaldırdı — avucunda siyah enerji titreşti, sonra keskin bir sesle patladı.
Alex'in ayağının altındaki zemin çatladı, yerçekimsiz hava akımı mavi kıvılcımlar saçtı.
Bir anda ikisi aynı anda hareket etti.
Sanki iki yıldırım birbirine çarpıyordu.
İlk çarpışmada ses bile yoktu — sadece ışık.
Mavi ve siyah enerjiler birbiriyle kaynaştı, sonra itildi.
Alex'in yumruğu Dra'Kor'un zırhına çarptığında parlayan bir mavi halka yayıldı.
Dra'Kor aynı anda karşı yumruğunu savurdu, Alex'in omzundan kıvılcımlar sıçradı.
İkisi de geri adım atmadı.
Her darbe, arenadaki enerji akışını bozan bir dalga gibi yayılıyordu.
Birbirlerinin hareketlerini önceden hissediyor gibiydiler — içgüdülerle, neredeyse sezgisel bir düzeyde savaşıyorlardı.
Alex iki elini birleştirip bir ışık topu oluşturdu; mavi enerji etrafında spiral şeklinde döndü,
sonra Dra'Kor'a doğru fırlattı.
Top gürleyen bir yıldız gibi hızla ilerledi — ama Dra'Kor yalnızca başını eğdi, topu eliyle yakaladı.
Mavi enerji parmaklarının arasında çatırdadı.
Dra'Kor'un sesi yankılandı:
DRA'KOR:Işığın saf halini taşıyorsun ama onu yönlendiremiyorsun.
Siyah enerjiyi avucuna topladı, mavi top Dra'Kor'un elinde karanlık bir küreye dönüştü.
Alex, bu anı bekliyordu.
Bir anda hızla kaydı, arkadan manevra yaptı ve Dra'Kor'un göğsüne tam bir yumruk indirdi.
Patlama sessiz ama muazzamdı — ışık dalgaları uzaya yayıldı, geminin dış katmanları bile sarsıldı.
Dra'Kor geriye savrulmadı; sadece başını eğdi, mavi dumanların arasından çıktı.
Ellerini yana açtı. Her iki elinde birer siyah ışık kırbacı belirdi — dalgalanan enerjiler, uzayın boşluğunu kesiyordu.
Alex, refleksle zıpladı, kollarını çaprazlayarak savunmaya geçti.
Kırbaçlardan biri yanından geçti, diğeri ayaklarının altındaki zemini parçaladı.
Alex havada bir dönüş yaptı, iki eliyle birden yeni bir ışık topu oluşturdu,
onu yakın mesafeden Dra'Kor'un zırhına bastı.
Patlamanın parıltısı göz kamaştırdı, Dra'Kor kısa bir anlık geri çekildi.
Alex fırsatı yakalayıp ileri atıldı, yumruk üstüne yumruk indirdi — her biri bir yıldız patlaması gibi titreşiyordu.
Ama Dra'Kor'un refleksleri neredeyse insanüstüydü.
Bir hamlede Alex'in kolunu yakaladı, çevirdi, sonra mavi enerjiyle çatışan bir siyah dalga gönderdi.
İkisi de savruldu — arenanın iki ucuna.
Alex'in nefesi kesilmişti, gözbebekleri mavi ışıkla parlıyordu.
Ellerini kaldırdı, yeniden saldırıya geçti.
Bu sefer daha hızlıydı, daha içgüdüsel.
Mavi kıvılcımlar etrafında dönerken hareketleri bir dövüş değil, bir dansa benziyordu.
Her adımı, her vuruşu bir anlam taşıyordu — hayatta kalmak, korumak, hatırlatmak.
Dra'Kor ise sessizdi.
Her savunma hareketi kusursuzdu, sanki bin yıl boyunca bu anı beklemiş gibiydi.
Alex'in son saldırısında, Dra'Kor bir anda kalkanını açtı — siyah ışık kalkanı genişledi,
Alex'in tüm enerjisini içine çekti, sonra onu geri itti.
Devasa bir patlama oldu.
Mavi ve siyah ışık birbirine dolandı, sonra ayrıldı.
Alex dizlerinin üzerine düştü, yorgun ama vazgeçmemişti.
Dra'Kor yaklaştı, adımları sanki yerin nabzını atıyordu.
Alex yeniden doğruldu, elleri titreyerek yeniden mavi enerji topladı.
Bu kez iki elini kavuşturdu, daha parlak bir küre oluşturdu.
Dra'Kor'un gözleri kısıldı.
İkisi aynı anda ileri atıldı.
Bir yumruk, bir ışık, bir çarpışma.
Mavi ile siyahın kesiştiği noktada bir anlık parlaklık — sonra sessizlik.
Işık dağıldığında, Alex yerdeydi.
Nefes alıyordu, bilinci açıktı ama gücü tükenmişti.
Dra'Kor'un gölgesi üzerine düştü.
Dra'Kor baktı, hiçbir şey söylemeden elini uzattı.
Alex eline baktı, sonra gökyüzüne — Dünya'nın mavi ışığı arenayı aydınlatıyordu.
O an, Dra'Kor'un gözlerinde bir anlık eski bir tanışıklık parladı.
İkisi de hiçbir şey demedi.
Ama ikisi de biliyordu: bu savaş bitmemişti.
