Cherreads

Chapter 18 - 18. Bölüm: Taş ve Öfke

Kael'in ordusu, vadiyi dolduran uğultulu, gri bir gelgitti. Yüzlerce, belki binlerce kişi. Aralarında, boş gözlü Kül Avcıları, zorla askere alınmış köylüler ve Void'in çarpık enerjisiyle güçlenmiş savaşçılar vardı. Ve en önlerinde, iki siluet: Sağda, zırhı gece gibi kara, yüzü görünmez bir miğferle kapalı, ince ve ölümcül "Işığı Yutan Gölge". Solda ise, sade ve güçlü duruşuyla Kael.

Moaito, mağara girişinde bir kaya parçasının ardına çömelmiş, durumu değerlendiriyordu. "Doğrudan bir saldırı intihar," diye fısıldadı Sere'ye, sesi tamamen sakin. "Ama onları durdurabiliriz. Bu mağarayı geçmelerine izin vermeyiz."

Sere'nin elleri titriyordu, ama bu sefer sadece korkudan değil, saf öfkeden. Arkalarında, çocukların ve masumların sesleri vardı. "Nasıl?"

"Onlara korkmadığımızı göstererek," diye cevap verdi Moaito. Gözleri Kael'in üzerine dikildi. "Ve onun inancındaki çatlağı göstererek."

Kael, ordusuna bir işaret verdi. İlerleyişleri durdu. Vadideki sessizlik, ordunun uğultusundan daha ürkütücüydü. Kael, birkaç adım öne çıktı.

"Moaito!" diye seslendi, sesi vadide yankılandı. "Bak etrafına. Bu insanlar, senin ve seninkilerin korumakta başarısız olduğu insanlar. Onlar, döngünün kurbanları. Ve ben, onlara bir çare getirdim."

Moaito, saklandığı yerden doğruldu. Sere de onun yanında yerini aldı. İkisinin karşısında, devasa bir ordu vardı. Görüntü, umutsuzluk vericiydi.

"Bir çare mi, Kael?" diye haykırdı Moaito, sesi kayalara çarpıp geri dönüyordu. "Yoksa sen sadece cellat mı olmak istiyorsun? Onlara hiçlikten başka ne vaat ediyorsun? Bu insanlara bak! Onlar yaşamak, sevmek, umut etmek istiyor! Sen onlara sadece SON veriyorsun!"

Kael'in yüzünde bir anlık bir dalgalanma oldu, bir şimşek gibi çakıp geçen bir öfke. "Yaşam, acı demektir! Umut, bir yalandır! Ben onları bu yalandan kurtarıyorum!"

Tam o sırada, "Işığı Yutan Gölge" hareket etti. Bir el hareketiyle, Moaito'nun önündeki toprakta siyah, dumanı andıran bir alev patikası oluşturdu. Alev, yanıcı değildi, ama var olan her şeyi -ışığı, rengi, sesi- yok ediyor, geriye sadece sessiz, soğuk bir hiçlik bırakıyordu.

Bu, bir saldırı değil, bir gösterişti. Bir güç gösterisi.

Ve bu, Sere'nin dayanacağı son şeydi.

Öfkesi, korkusunu yendi. Hiç düşünmeden, bir adım öne atıldı. Elindeki kılıcı değil, göğsündeki Eşiğin Taşı'nı kaldırdı.

"YETER!" diye haykırdı, sesi genç ve çelimsiz, ama içindeki iradeyle dağları delecek gibiydi. Tüm ordu ona baktı. "Bu kadar uzaktan güç gösterisi yapmak kolay! Ama gerçek güç bu değil!"

Gözlerini, ordunun içindeki, korkuyla titreyen, zorla askere alınmış köylülere dikti. Onlara seslendi:

"Ben Sere! Ben de sizden biriyim! Korkuyorum! Hepimiz korkuyoruz! Ama bakın!" Eşiğin Taşı'nı onlara doğru tuttu. Taş, Sere'nin saf öfkesi ve umuduyla, sıcak, altın rengi bir ışıkla parlıyordu. Bu, Void'in soğuk hiçliğinin tam zıttıydı.

"Bu ışık, bir yıkım ışığı değil! Bu, bir yaşam ışığı! Bu, korkunuzu yeneceğiniz, çocuklarınız için savaşacağınız umut ışığı! Kael size hiçlik vaat ediyor! Ama ben size... GELECEK vaat ediyorum! Korkunun değil, yaşamın geleceğini!"

Sözleri, vadide çınladı. Orduda bir kıpırdanma oldu. İnsanlar birbirlerine baktı. Bazılarının gözlerinde, uzun süredir kayıp bir şey, bir kıvılcım parladı: Şüphe.

Kael, bunu gördü. Yüzünde ilk kez gerçek bir öfke belirdi. Bu küçük, sıradan kız, onun en güçlü silahı olan "inanç"ı tehdit ediyordu.

"Işığı Yutan Gölge", bu kez doğrudan Sere'ye yöneldi. Bir ok gibi fırlayarak, aralarındaki mesafeyi saniyeler içinde kapattı. Elinde, saf karanlıktan oluşmuş bir hançer belirdi.

Ama Moaito daha hızlıydı.

Umbra, gölge kılıcı, Gölge'nin hançerini son anda savuşturdu. İki karanlık enerji çarpıştı, ama Moaito'nunki dengeli ve kontrollüydü, diğerinki ise yıkıcı ve aç. Lumer, ışık kılıcı, bir yıldırım gibi parlayarak Gölge'yi geri püskürttü.

İki kadim güç, mağaranın girişinde ilk kez çarpışıyordu. Işık ve denge, saf yok edici hiçliğe karşı.

Bu karmaşada, Sere konuşmaya devam etti, artık haykırarak:

"Görüyor musunuz? Onlar bile birlikte savaşıyor! Işık ve Gölge, birlikte! Bu denge! Ve bu denge, sizi koruyabilir! Kael'in hiçliği değil!"

Kael, ordusuna saldırı emri vermek üzereydi ki, beklenmedik bir şey oldu.

Ordunun sağ kanadında, bir grup köylü, silahlarını yere attı. Sonra bir grup daha. Gri nehirde, insanlığın umuduyla açılan delikler oluşuyordu. Sere'nin sözleri işe yaramıştı.

Kael, öfkeden deliye döndü. Bu bir savaş değil, bir isyandı. Ve bir isyan, acımasızca bastırılmalıydı.

"İleri!" diye gürledi, artık felsefe yapmadan. "Hepsini yok edin!"

Ancak o anda, dağların yükseklerinden, uzun ve yankılı bir boru sesi duyuldu. Sonra bir tane daha. Bu, Naje savaş borularının sesiydi.

Herkes, Kael ve Gölge, yukarı baktı.

Tepenin sırtında, mavi ve gümüş renkli zırhlar içinde, en az yüz Naje savaşçısı sıralanmıştı. Önlerinde, yaşlı ama dimdik duran bir savaşçı vardı. Bunlar, dağınık Naje direnişinin son kalesinden gelenlerdi. Finn'in kaçışı ve Sere'nin umut mesajı, onları harekete geçirmişti.

Moaito, Sere'ye baktı. Yüzünde, yıllar sonra ilk kez gerçek bir zafer gülümsemesi vardı.

"Gördün mü?" diye fısıldadı. "Bir kıvılcım, bir orman yangını başlatabilir."

Savaş artık kaçınılmazdı. Ama artık bir umut vardı. Ve bazen, umut, en güçlü silahtır.

More Chapters