Kael'in varlığının bıraktığı boşluk, sığınağın içini dolduruyordu. Sere, hâlâ titreyen elleriyle Eşiğin Taşı'na sarılmıştı. Taş, artık sadece sıcak değil, neredeyse canlıymış gibi kararlı ve güçlü bir nabız atışıyla parlıyor, onları dışarı, ileriye çağırıyordu.
"Gitti," diye fısıldadı Sere, sesi hâlâ güven bulmaya çalışıyordu.
"Fiziksel olarak, evet," diye karşılık verdi Moaito, gözleri hâlâ Kael'in kaybolduğu noktaya dikiliydi. "Ama zihnimizdeki izi daha yeni bıraktı. O, sadece gücümüzü test etmek istedi. Bir sonraki karşılaşmamızda ne bekleyeceğimizi artık biliyor."
Sere, kılıcını yere bıraktı ve avuçlarını ovuşturdu. "Peki ya taş? Neden şimdi bu kadar güçlü parlıyor?"
Moaito, nihayet ona döndü. Yüzü yorgun, ama gözlerinde yeni bir odak vardı. "Çünkü Kael bizi burada oyalarken, asıl tehdit büyüyordu. Rüzgarın Doruğu... orada bir şeyler oldu. Denge, orada daha da bozuldu. Taş bizi uyarıyor."
Sırt çantalarını toparladılar. Dışarı çıktıklarında, ormanın sesleri yavaş yavaş geri dönüyordu, ama artık hiçbir şey eskisi gibi hissettirmiyordu. Her bir gölge, bir Kül Avcısı'nı, her bir dal hışırtısı, Kael'in sessiz ayak seslerini hatırlatıyordu.
Yola koyuldular, ancak artık sadece hedefe doğru koşan iki gezgin değillerdi. Her adımlarında daha tetikte, daha çeviklerdi. Moaito, Sere'ye doğal ortamda nasıl saklanacağını, izleri nasıl daha iyi gizleyeceğini öğretiyordu. Bu dersler artık bir ihtiyaçtı.
Bir sonraki mola yerlerinde, bir dere kenarında, konuştular.
"O... Kael," diye söze başladı Sere, suyu avuçlarken. "Onun hakkında bir şeyler biliyor musun? Naje olduğunu söylüyor gibiydi."
Moaito, uzun bir süre suya baktı. "Evet," dedi sonunda, sesi derin ve hüzünlü. "Onun gibi olanları gördüm. Void, sadece zayıfları ve korkakları değil, en güçlü iradeleri, en derin acıları yaşamış olanları da avlar. Onlara, acılarının bir anlamı olduğunu vaat eder: Tüm acının sonu. Bu... baştan çıkarıcı bir yalandır."
"Seni de baştan çıkardı mı?" diye sordu Sere, cesaretini toplayarak.
Moaito, ona baktı. Gözlerinde, bin yıllık bir yalnızlığın ve sayısız baştan çıkarmanın ağırlığı vardı. "Her gün," diye fısıldadı. "Ve her gün, 'hayır' diyorum. Çünkü ben sadece kendi acımın sonunu değil, herkesin acısının bir anlamını arıyorum. Yok ederek değil, onararak."
Bu, Moaito'nun şimdiye kadar kendisi hakkında yaptığı en kişisel itiraftı. Sere, bir cevap vermedi. Sadece onun yanında oturmanın, bu kadim mücadelenin küçük bir parçası olmanın ağırlığını hissetti.
Ertesi gün, manzara değişmeye başladı. Ağaçlar seyrelmiş, yerini çıplak, rüzgarlı tepelere bırakmıştı. Havada, sıradan bir rüzgardan daha farklı, keskin ve tiz bir uğultu vardı. Rüzgar, kulaklarında çınlıyor, tenlerinde iğneler batıyormuş gibi hissediliyordu.
Rüzgarın Doruğu'na yaklaşıyorlardı.
Bir tepenin zirvesine tırmandıklarında, nefesleri kesildi. Uzakta, gökyüzüne doğru sivrilen, devasa, çıplak bir kaya kütlesi yükseliyordu. Rüzgarın Doruğu. Ama bu, doğal bir oluşum değil gibiydi. Kayalar, sanki doğaüstü bir fırtınayla yontulmuş gibi keskin ve düzensizdi. Dağın zirvesinin etrafında, siyah ve beyaz bulutlar, doğal olmayan bir girdap oluşturuyor, sürekli dönüyor ama asla dağılmıyorlardı. Rüzgar, buradan dünyanın dört bir yanına, dengesiz ve hasta bir nefes gibi yayılıyordu.
"İşte," dedi Moaito, sesi rüzgarın uğultusunda neredeyse kaybolarak. "Bozulmanın kaynağı. Rüzgar artık haber ve değişim taşımıyor. Sadece... çürümeyi ve kırılganlığı yayıyor."
Eşiğin Taşı, Sere'nin göğsünde, artık sürekli ve acı verici bir sıcaklıkla yanıyordu. Acı, bir uyarıydı.
Ve o zaman gördüler. Dağın eteklerinde, kayanın rengiyle kamufle olmuş, ilkel ve korkutucu bir yapı vardı. Dikilitaşlar ve dairelerden oluşan, kadim bir tapınak. Ve onun etrafında, tıpkı Kader Gölü'ndeki gibi, gri pelerinli figürler dolaşıyordu. Void, burayı bir üs olarak kullanıyordu.
Moaito, Sere'ye döndü. Yüzünde, Kael ile karşılaşmadan önceki o soğuk, mesafeli ifade yoktu. Yerini, paylaşılan bir amacın yarattığı sarsılmaz bir kararlılık almıştı.
"Gireceğiz," dedi. "Ve buradaki dengesizliği temizleyeceğiz. Kael bizi bekliyor olabilir. Ama artık sadece iki kaçak değiliz. Biz, cevabı getirenleriz."
Sere, kılıcının kabzasını sımsıkı kavradı. Korku hâlâ oradaydı, ama şimdi onun yanında, daha güçlü bir şey vardı: Öfke. Bu güzel, kadim dünyaya yapılanlara duyduğu bir öfke.
Birlikte, aşağıya, fırtınanın ve karanlığın kalbine doğru inmeye başladılar. Yol, tehlikelerle dolu olacaktı, ama artık sadece korkmuyorlardı. Hazırdılar.
